top of page
lacanturkiye

Objet a ve Bakış

Şubat 2016 Teorik Seminer – Zehra Eryörük konuşma metni


Bu buluşmamızda Lacan’ın seminerinin « OBJET a OLARAK BAKIŞ ÜZERINE » başlıklı bölümünü ele alacağız. Oldukça zor bir bölum, ve ana hattını çıkarmamız gerekecek. Bu bölum bir soruyu beraberinde getirir : Lacan seminerinin başlığını “Psikanalizin Dört Temel Kavramı” olarak açıklar ama bu seminerin merkezine « a nesnesini »[objet a] koyar ve bunu bakış üzerinden ele alır. Peki a nesnesinin dört temel kavramla ilgisi nedir? Klinikte bunun bize nasıl bir faydası olur? Bu sorularla bu bölumu ele almaya çalışacağım.


Bir hatırlatma yapayım, ki daha önceden de bunun altını çizmiştim. Nesne kavramı, Lacan için öznenin ilişkileriyle ilgili değildir. Freudcu doktrinde nesne ilişkisi kavramsallaştırılmıştır, ama Lacan, nesne kavramını ve işlevini tamamen farklı bir şekilde açıklar. Hatırlarsanız, Lacan, nesneyi “lojik nesne” olarak tanımlar. Bu lojik nesne neyin nesnesidir? Neyin nedenidir? İşlevi nedir? Neyden ibarettir ? Ve bu doğrultuda tanımlanması psikanalizin nesnesinin de farklı tanımlanmasına yol açacaktır. Bu bizim için önemli, çünkü kliniğin yönünü belirleyecektir. Lacan seminerinde Yapısalcı [structuralisme] düşünceye karşı bir adım atmaktadır. “Bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır” yapısal bir yaklaşımdır. Her ne kadar bunu kendisi bu şekilde formalize etmiş olsa da, bunun Freudcu bilinçdışı olduğunu seminerin ilk bölümlerinde açıklar. Şunu unutmamak gerekir : Lacan, Freudcu bilinçdışını dışlamaz. Lacan’ın bunu böyle tanımlaması bunun doğru olmadığı anlamına gelmez. Lacan’ın hedeflediği, dil gibi yapılanmış bilinçdışının ötesinde olan şeydir. Şunu da söylemekte yarar var, analizin büyük bir bölümü bu dil gibi yapılanmış bilinç dışıyla ilgilidir. Aktarımın canlandırdığı affektlerle serbest çağrışıma girme, rüyalar, bilinçdışı formasyonları semptomların anlamlarını çözmede, deşifre etmede işlev görürler. Bu nedenle bilinçdışının yapısallığı, dil gibi yapılanması dışlanamaz. Ama, bu deşifraj, bu şifre çözme her ne kadar terapötik nitelikte olsa da, psikanaliz için yeterli değildir. Bir şeylerin yolunda gitmeyişinin nedenini bilmek, o nedeni ortadan kaldırmakta yetersiz kalır. Yeni bir bilgiye ulaşmak önemli bir ilerlemedir, ama ilerlemenin devamını getirmekte yetersiz kalır. İlerleme bir yerde duraklar, bir yerde tıkanır kalır. Bir çok analiz böyle bir noktada kalabilir, terapiler de olduğu gibi, iyileşme, ferahlamadan sonra durgunluk ile (stagnation) devam eder, yerinde sayar. Peki, bundan nasıl çıkılır? Bu soru Lacan’ın davasının cevaplamaya çalıştığı en başta gelen sorulardan birisidir. Bu seminerde olduğu gibi ama Aktarım ve Kaygı seminerlerinde de bu hedef aynıdır, a nesnesi kavramı bu soruya cevaben kurulmuş, geliştirilmiş bir kavramdır.


Peki a nesnesi nedir?


Lacan “a nesnesi”nin lojik şeklini ve topolojisini Kaygı seminerinde kurar, ama bunun kaynağı Lacan’ın psikanalize girişinin ilk dönemlerinde geliştirdiği “ayna evresi”nde vardır. Objet a olarak bakış da yine bizi ayna evresine götürür. Lacan bu sefer bakışın insanlaşma üzerindeki işlevini daha farklı bir açıdan işleyecektir. Ve bu işlevin etkisiyle bilinçdışını, tekrarı, aktarımı ve dürtüyü, yani psikanalizin dört temel kavramını yeniden tanımlayacaktır. Ögretiminin sonlarında, a nesnesini imgesel, simgesel ve gerçegi bir arada tutan olarak, boş yer olarak Borroméen formu, düğümlenmeyi sağlayan olarak tutacaktır. Lacan’ın çabası kliniğin durakladığı noktanın önünü açmaktır. Psikanaliz evet terapötiktir, ama terapötik olması psikanalizi tanımlamaya yetmez. Bir analizin analiz olması için, önce o analiz içinde bir psikanalist işleve girdi mi sorusu sorulmalıdır. Hatırlarsanız, Lacan şaka gibi “Psikanalist nedir? diye sorduktan sonra, “Bir psikanalist analizi yapandır” diye açıklar seminerin ilk sayfalarında. Psikanalizi yapan, bu işlevi gören, psikanalizi terapötiğin ötesine götürebilendir diyebiliriz. Bu söylediklerim, Mayıs ayında yapacağımız çalısma günü teması « Psikanaliz nasıl tedavi eder? » sorusunu çağrıştırıyor. Psikanaliz bir tedavi biçimi midir? Bir tedavi biçimiyse, neyi tedavi eder? Şimdilik özet bir cevap verebiliriz : Psikanaliz, hastanın iyileşme talebini ele alarak, aynı zamanda aktarımı oluşturan bilme arzusunu işleve açar. Psikanaliz nasıl tedavi eder sorusuna, psikanaliz bilme arsuzuyla, aktarımla tedavi eder diyebiliriz şimdilik. Mayis ayında bu tema farklı açılardan ele alınacaktır. Yine tekrarlama gibi olacak ama, psikanalizin farklı tedavi etmesinin niteliği gelen talebe harfiyen cevap vermemek, ve talebin arkasındaki asıl talebin önünü açmak, talebi doyurmamak, arzuyu tekrar işleve geçirmek, psikanalizin tedavi şekillerindendir. Bir başka deyişle, psikanaliz boşluğu, bilgide olan deliği,béanceı doldurmamalıdır, bunu davranışçılara bırakalım. Bir psikanalizde, dilin arkasında olan, söylenenin ötesinde olan, asıl dil, asıl söylenmek istenen söz konusu olmalıdır. Mayıs ayındaki randevumuz bu temayı işlemek için. Şimdi gelelim bugünkü konumuza. Lacan seminerinin ilk sayfalarında ve son sayfalarında bir şeyin altını çizer. Bilinçdışının bir dil olmadığını ama dil gibi yapılanmıştır dediğinde, dil bilimini referans olarak almaz. Lacan hangi dilden bahseder? Lacan, « bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır » formülüne referans olarak Levi-Strauss’un gelistirdigi « vahşi düşünce »yi kullanır. Bilinçdışının yapısını oluşturan dil, “langaj dil”den önce bir dil. Bu, dilin temellerini oluşturan bir dildir. Dilden önce bir dil bilinçdışını yapısallıktan ayırıyor. Fenomenolojiye değinmesi de aynı doğrultuda, Lacan’ın yapısalcılığa karşı olan tutumuna benzer. Lacan’ın takip ettiği yol bilinçdışının temelini oluşturan gerçek ile ilgilidir. Buna neden olan şeyin dürtüyle ilgili olduğunu düşünür Lacan. Ve bu dürtü skopik dürtüdür. Görünen ve görünmeyenin arasında, onları ayıran bir şey vardır, bu nedir? Lacan skopik dürtüyü işlerken, lekenin mevcudiyetinden bahseder. Örneğin bir tabloya bakarsınız, ama tabloda bir nokta sizin bakışınızı alır. Hatta Lacan, önce tablo size bakar der. Görünenin ötesinde bir nokta, bir leke size bakar, ve bakışınız tablonun tamamından o noktaya, o lekeye kayar. “Bakışınız düşer” der Lacan, “bakışınız sizden ayrılır”, der. Burda skopik dürtünün nasıl bir kayıpla ilgili olduğunu sezebilirsiniz. Söylemlerimizde bazı deyimler bunu çok güzel izah eder : « gözumu alamıyorum » örneği ilk akla gelenlerden biri ve bakışın nasıl idaremiz dışında olduğunu anlatır. « Gözümü alamıyorum » da anlaşılamayan bir şey, öznenin idaresi dışında olan bir şey söz konusudur. Öznenin idaresi dışında olan şey nedir? İste bilinçdışının izleri burada aranmalıdır. Ve bu izlenecek yol, öznenin varoluşuna neden olan gerçeğe doğru analizi götürecektir. Bu açıdan, gerçek analizin içine başından sonuna kadar dahil edilir. Buna en güzel ulaşım, rüyalardır. Rüyaların imgelerinin arkasında, analizanın anlattıklarının arkasında, gerçek kendini göstermeye çalışır. Gerçeğin metni yazılır analiz sürecinde. Bir diğer ulaşımda serbest çağrışımla, düşüncelerin ve bilinenlerin üzerindeki perdenin aralanmasıyla, mümkün olur. Bilinçdışına neden olan bir şey var ve Lacan bunu aksayanla, leke ile açıklar. Tedavi ve terapötikten ne kadar uzaktayız değil mi ? En istemedigimiz şeyi, en şikayet ettiğimiz şeyi , psikanaliz çözüm olarak ele alır. Bunların çekirdeğini yine bu şikayet ettiklerimiz çözümleyecektir. Bir özneyi en iyi anlatan onu rahatsız eden şeylerdir. Şunu da eklememiz gerek burada. Terapi bir boşluğu kapatmaya çalışır, bir deliği doldurarak tedavi eder, oysa psikanalizde tam tersi hedeflenir. Boşluk [béance] bilinçdışının nedeniyle ilgilidir ve burada bilinçdışının izlerininin mevcut olduğu nevrozun çizdiği yazıyı farklı yazmak mümkün hale gelir. Psikanalizde tedaviden çok elde edilen bu farklılıktır. Bu yeniliktir. Peki bu farklılık nedir? Neden psikanaliz insani “düzelteceği” yerde farklılığı hedefler? Nevroz nedir? Freud’un keşfi nevrozun bir travmayla ilgili olduğunu gösterir, bu travma cinsel travmadır, ve bunun nedeni Gerçek ile karşılaşmadır. Seminerin geçen bölümleri bu konuyu ele almıştı. Gerçek ile karşılaşmayla ilgili olarak Lacan, Aristoteles’in tuké terimini kullanır. Tuké travmatik karşılaşmanın sonucunda nevozlarda görülen tekrara neden olandır. Tekrarlanan rüyalar, kabuslar ve nevrotiklerin şikayetleri travmanın ulaşılabilir yüzünü oluşturur, ama buna neden olan ve nevrozun çekirdeğinin bulunduğu yer, örtünün diğer yüzündedir, ve bu gerçekin [réel] alanıdır. İşte psikanaliz örtünün bu diğer yüzüyle ilgilidir. Tekrarlama bir olumsuzluğun, aksamanın tekrarlamasıdır. Özneyi hiç bir zaman mutlu etmez. Ve bunun, yani tekrarlananın bilincine varmak, özneyi nevrozundan kurtarmaz. Bu demektir ki, tekrarlananla bir şeyler aynı zamanda asıl neden olana perde olmakta, onun önünü kapamaktadır. Lacan bunu açıklamak için tablodan bahseder işte. Onbirinci seminerin Fransızca baskısının kapağını belki görmüşsünüzdür. Seminerin kapağı Hans Holbein’in « Les Ambassadeurs » (Elçiler) tablosudur. (Eylül’de yapacağımız sempozyumun facebook sayfasında bu tabloyu görebilirsiniz). Tabloya baktığınızda gözünüz bir noktaya kayar, tablo hem o noktayı kapatmaya çalışır, ama hem de bir dürtü misali sizi ve bakışınızı o noktaya taşır. O nokta bir leke gibi, ilk bakışta görünmez, ama sonra tabloda sadece o görünür. Ve bir travma gibi, ısrar eder. İşte perde işlevi, ekran işlevi, leke işlevi buradadır. Hem var, hem yoktur. Ama ilk başta yok olduğu için bakışı oraya çeker. Holbein’in tablosu bunu çok açık bir şekilde gösterir. Öyle açık ki, tabloda ilk bakışta görülmeyen sonra phallus gibi ortadadır, ve ressam, şekil olarak uzanan bir iskelet şekli sunar bakışlarımıza. “Bu bir ekrandır” der Lacan. Ve ekran travmanın üstünü kapatır. Ama aynı zamanda travmanın bulunduğu yeri de gösterir. Bu yer, tıpkı Holbein’in tablosunda olduğu gibi, bir boşluğun, bir béanceın, bir aksamanın nedenini belirler. “Ekran gözümüzün önünden bir şeyin geçmesine, tekrar tekrar geçmesine neden olandır” der Lacan. Ekran göremediğimiz bir şeyin önünde olan, ve tekrarlanandır. Lacan burada skopik dürtünün bulunduğunu öne sürer. Skopik dürtü ve bunun nesnesi Freud’da yoktur. Bu Lacan’ın buluşudur. Ve Lacan’ın dilinde, tablo ve işlevi bir topoloji niteliğindedir. Bu topolojiye önce bakışlarla girilir. Burada tablo analize girişle ilgilidir. Analizan, uzun süre bize tekrarlananı anlatacak, tablosunu anlatacak, bütün detaylarıyla; ama bu tablo neyi gizliyorsa, neyin önünü kapatıyorsa, analizin hedefi o olacaktır. Bütün bu analitik tablodan, hangi nokta üzerinde dönüldüğünden, bu tabloya neden olan görünmeyenden, söylemde söylenmeyenin izinden gidecektir analiz. Görünen ve görünmeyenin önemi burda. Skopik işlevin çekirdeği de burada. Ama neden bu görülmeyenle söylenmeyenle uğraşılsın ki diye soracaksınız? Lacan’ın skopik dürtüye ilgisi, skopik dürtünün bire bir arzuyla ilgili olması, hatta arzuya neden olan nesneyle ilgili olmasındandır. Ve analiz, söylemin ötesinde aranan arzuya neden olan nesnenin tekrar işleve açılmasıdır. Lacan’a göre bunun önemi, ilk başta bütün diğer dürtülerin birbirleriyle bağlantılı olması, bir diğer önemi ise, bakışın tekrarlananın merkezi olması. Lacan bunu FORT-DA ile de açıklar. Fort-da Freud’un torununu izlerken keşfettigi bir kavram. Bir buçuk yaşında olan torunu bir ipe bağlı bir bobin (makara) ile oynar. Bobini kendinden uzağa fırlatır ve sonra kendine geri çeker. Fırlattığında “fort” sesi çıkartır, kendine çektiğinde ise “da” sesi çıkartır. Almancada “fort” uzak, “da” yakın anlamına gelir. Freud torununun oynadığı bu oyunu çocuğun aslında bir şeyleri tekrar etmesi olarak yorumlar. Torun bu oyunu annesi yokken oynar. Tekrarlar. Ve Freud burada fort-da’yı anneden ayrılmayı, onun kaybını sembolize etme teşebbüsü olarak tanımlar. Sembolize etme işlevi kaybın oluşmasıyla, Öteki’nin gözden, bakış alanından yok olmasıyla işleve girer. Kayıpla karşı karşıya gelen küçük çocuk, bunun şokunu, travmasını, yani tukéyi sembolize edebilmek için onu fort-da oyunuyla ve tekrar yoluyla sembolize eder. Asıl sembolize edilmeye çalışılan, kaybın yarattığı kaygıdır. Ve bu kaygı kastrasyon kaygısıdır. Lacan burada farklı bir açıdan okur fort-da oyununu: Kaybın gerçeğini dilin sembolize etmesinin yanı sıra, çocuğun bu oyunları ile bakış işlev görmeye başlar Lacan’a göre. Çocuk bobini kendinden uzağa fırlattığında, onu bakışlarıyla dikizler. Çocuğun dikizlediği annenin kayboluşudur. Yokluktan, eksikten ibaret olan bu sembolizm, gösterenler zincirinin ilk halkasını oluşturur, bu çocuğun dile girişini sağlayan phallustur. Yani boş olan yerdir. Boş olan bu yere, Lacan objet a adını verir. Çocuğun bakışlarıyla meydana gelen bu nesne, Objet a, çocuğun annesinden ayrı yaşamayı başaran bir özne olmasını sağlar. Buradan itibaren, özne yaşamını bölünmüş olarak sürdürebilir. Bölünmenin bir diğer adı, sembolize etme kapasitesidir. Bu kapasite, a nesnesinin kayıp nesne olarak sembolik alanı açmasıyla, aynı zamanda bedenin de düzenlenmesini sağlar. Lacan bilinçdışının oluşumunu a nesnesine bağlar. Bu nesne, bilinçdışına neden olan, ama aynı zamanda öznenin bölünmesine neden olan ve onu arzulamaya yönlendirendir. Ve tekrar söylemek gerekirse, lojik nesne adı altında, a nesnesi kayıp olan değil de kayıbın açtığı deliğe verilen isimdir ve gerçeği kıstıran imgesel ve simgeseli bir arada tutandır. a nesnesi boş yerdir. a nesnesinin olduğu yer annenin olmadığı yerdir. Ötekinin tamamlanmamışlığının sembolize edildiği yerdir. Öteki uzaklaştıkça onu arzulatan, özneyi arzuya açan ve tekrarı işleve sokan nesne a‘dır, tıpkı Fort-da oyununda olduğu gibi, arzunun bir yönü semboliğe dönükse, diğer yönü gerçeğe yöneliktir. Eksik olan arzulanır. Ve arzu tıpkı fantazm gibi gerçeğe cevaben bir ekrandır. Lacan’ın nesne a kavramının merkezine skopik dürtüyü yerleştirmesi, burada ekran işlevinin, gerçeğe karşı ekranın gerçeği, imgeseli ve simgeseli düzenlemesindendir. Lacan, objet a’yı kayıptan oluşturur. Bu kaybın nedenini öncelikle skopik objenin kaybına bağlar. Biraz yoğun oldu bu açıklamam. Ama konu çok yoğun. Neden diğer nesneler değil de skopik nesne, a nesnesini belirler? Bunu Lacan rüyanın işleviyle açıklar. Bilirsiniz Freud rüyayı yasaklanmış bir arzunun gerçekleşmesi olarak tanımlar. Lacan, burada Freud gibi görmez rüyayı. Eğer rüya yasaklanan bir arzu ise, “baba görmüyor musun yanıyorum?” rüyası hangi yasaklanan arzuyu gerçekleştiriyor diye sorar. Rüya nasıl yasaklanan arzuyu gerçekleştirir? Bu her rüya için geçerli midir? Lacan rüyayı gören ile rüya arasında bir ekran olduğunu söyler. Ekran, rüyanın görüntüsü (vizyonu), onun arkasındaki kör edici, gözleri yakıcı bir şeyle ilgilidir. Ve Lacan, buranın, rüyanın ekran olduğu yerin gerçegin yeri olduğunu savunur. “Baba yanıyorum, görmüyor musun?” rüyası hiç bir arzunun gerçekleşme çabası değil. Rüyanın ekran olduğu yanan çocuğun ateşinin babanın gözlerini, onun bakışlarının önünü kesmesidir. Bu Gerçekle ilgilidir. Bu gerçek çocuğun ateşlenip ölmesinin, rüyadaki yan odada yere düşen mumun tutuşturduğu ve çocuğu yakan yangın, aslında çocuk hastalandığında onun ateşini dindirecek yardımı yapamayan baba gerçeğidir. Rüyada görülen ölü çocuğun “baba yanıyorum görmüyor musun?” ifadesinde bir babanın artık oğlunun olmayışı, onu bir daha göremeyeceği, ve hastayken görmediği bir gerçeğin diğer yüzü, asıl yüzü diyebileceğimiz, rüyanın görüntülerinin arkasında ulaşılamayan, artık bir Öteki olan ölü çocuk vardır. Lacan bu rüyayla, rüyayı arzunun gerçekleşme şekli değil de temsilin tersi olarak tanımlar. Freud’un anlam çıkardığı yerde, Lacan, gerçeğin izini bulur, böylece.


Bu günlük bu kadar.




1.299 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page